|
|
Davaları
1925 Ankara İstiklal Mahkemesi Davası
1927-1928 İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi Davası
1928 Rize Ağır Ceza Mahkemesi Davası
1928 Ankara Ağır Ceza Mahkemesi Davası
1931 İstanbul İkinci Asliye Ceza Mahkemesi Davası
1933 İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi Davası
1933 İstanbul Üçüncü Asliye Ceza Mahkemesi Davası
1933-1934 Bursa Ağır Ceza Mahkemesi Davası
1936-1937 İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi Davası
1938 Harp Okulu Komutanlığı Askeri Mahkemesi Davası
1938 Donanma Komutanlığı Askeri Mahkemesi Davası
1928 Rize Ağır Ceza Mahkemesi Davası
Bu arada yasalarda değişiklikler yapılmış, bir bağışlama yasası çıkarılmıştı. Yurda dönüp Ankara İstiklal Mahkemesi'nce verilen 15 yıl, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi'nce verilen 3 ay gıyabi cezalardan aklanmak istiyordu
Bir buçuk yıl kadar Türkiye Cumhuriyeti Elçiliği'nin eşiğini aşındırdıktan sonra, olumlu bir yanıt alamayacağını kesinlikle anlayınca, gizlice çıktığı Türkiye'ye gene Laz İsmail'le birlikte gizlice girmeye karar verdi.
1928'in temmuz ayında sınırı geçtiler. Hopa'da yakalandıklarında üstlerinde sahte pasaportlar vardı. Sınırı izinsiz, üstelik de sahte pasaportlarla geçmek suçuyla Savcı'nın karşısına çıkarılan iki arkadaş, yargılanmak üzere Rize'ye gönderilmeden önce, Hopa Cezaevinde iki ay beklediler. Güneşsiz, havasız, karanlık bir koğuşta, nerdeyse hepsi köylü olan tutuklularla birlikte yatıp kalktılar.
İlk günler giyimleri, davranışlarıyla başka bir dünyanın insanları oldukları hemen anlaşılan bu iki "şehir uşağı"na uzak duran koğuşdaşları, gardiyanlardan onların yoksullardan yana birtakım eylemleri yüzünden kötü kişi bellendiklerini öğrenince, üstelik İsmail'in Lazca konuşabilecek kadar köklü bir Karadenizli olduğunu görünce, buzlar eriyiverdi.
Nâzım Hikmet ilk olarak cezaevine giriyor, yoksul Anadolu halkını ilk olarak böylesine yakından tanıyor, hem yaşam deneyi, hem de şiiri gelişiyordu.
İki arkadaşın yargılanmak üzere Hopa'dan Rize'ye gönderilmeleri tutukluluklarının sona ermesini sağladı. Pasaportsuz sınır geçme suçunun cezası üç gün hapisti. Fazlasıyla içerde kaldıkları için serbest bırakılmaları gerekiyordu.
Ama başka bir suçtan cezaları bulunup bulunmadığını araştırmak için yapılması gereken yazışmalar uzun süreceğinden, mevcutlu olarak Ankara'ya gönderilmelerine karar verildi.
Laz İsmail nereye gönderilirlerse gönderilsinler sonunda sorgulanıp salıverileceklerine inanıyordu. Nâzım Hikmet ise tedirgindi. Sınır dışı edilmekten korkuyordu.
Duruma yasalar açısından bakılmalıydı.
1. Nâzım Hikmet, komünizm propagandası yapmaktan, Ankara İstiklal Mahkemesi'nce, 12 Ağustos 1925 tarihinde, gıyaben 15 yıl hapse mahkûm edilmişti.
2. Nâzım Hikmet, 7 Ekim 1927'de başlayan bir soruşturma sonunda gizli bir komünist partisi kurdukları anlaşılanların sözlerine dayanılarak, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi'nce, bu yasadışı partiye üye olmak suçundan üç ay hapse mahkûm edilmişti.
3. Türkiye Cumhuriyeti'nin beşinci yıldönümü nedeniyle Büyük Millet Meclisi'nce çıkarılan bağışlama yasası bu iki yargıyı da kaldırmıştı.
4. Nâzım Hikmet, Rize Ağır Ceza Mahkemesi'nce pasaportsuz olarak sınırı geçme suçundan üç gün hapse mahkûm edilmiş, cezasını fazlasıyla çekmişti.
Ne var ki iki arkadaş elleri birbirine kelepçelenerek, silahlı jandarmalar gözetiminde, Rize'den bir vapura bindirilip İstanbul'a gönderildiklerinde, sorumlular bu bilgileri edinebilmiş değillerdi.
Ancak yemek yerken ya da tuvalete giderken kelepçelerinin açıldığı zorlu bir vapur yolculuğuyla, 4 Ekim 1928'de, İstanbul'a vardıklarında gazetecileri buldular karşılarında.
Ertesi günkü "Cumhuriyet"te, elleri birbirine kelepçeli, arkalarında silahlı jandarmalarla, azılı katiller gibi, Sultanahmet Cezaevi'ne götürülüşlerinin fotoğrafı yayımlanınca basından yoğun protestolar yükseldi.
İstanbul'da çıkarıldıkları mahkeme, bütün suçlamaların birleştirilerek ele alınması için, iki arkadaşın Ankara'ya gönderilmelerine karar verdi.
Basın yapılan onur kırıcı uygulamayı açıkça eleştirmeye başlamıştı. Bir bağışlama yasası çıkarılmış, siyasal tutuklular salıverilmişken, onların böyle bileklerinde kelepçeyle oradan oraya dolaştırılmaları kınanıyordu.
Ama yazılanların bir yararı olmadı. 14 Ekim 1928'de, Nâzım ile Laz İsmail, Ankara'ya gene bileklerinde kelepçeleri, arkalarında jandarmalarıyla gittiler. Hemen sorgulanıp tutuklandılar.
|