|
|
Tartışmaları
Eski - Yeni Kavgası
Peyami Safa Kavgası
Kemal Ahmet Olayı
Burjuva Oldu Suçlamasına Karşı
Milliyetçi Suçlamasına Karşı
"Sol" Geçinen Delikanlılara Karşı
Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bereddin Destanı'nda, "sol" geçinen delikanlılardan gelebilecek eleştirilere karşı bir not vardır.
Dokuzuncu bölümde Şehzade Murat'ın ordusuyla Bedreddin yiğitleri arasında "mübalağa cenk olunur".
Hep bir ağızdan türkü
söyleyip
hep beraber sulardan çekmek ağı,
demiri oya gibi işleyip hep beraber,
hep beraber sürebilmek toprağı,
ballı incirleri hep beraber yiyebilmek,
yHarin yanağından gayrı her şeyde
her yerde
hep beraber!
diyebilmek
için
on binler verdi sekiz binini...
Yenildiler.
Bedreddin yiğitleri "boşanan yağmur içinde gün inerken akşama" Şehzade Murat ordusuna yenik düşmüşlerdir. Bu yenilgi karşısındaki üzüntüsünü şair şöyle açıklar :
Tarihsel, sosyal, ekonomik şartların
zaruri neticesi bu!
deme, bilirim!
O dediğin nesnenin önünde kafamla eğilirim.
Ama bu yürek
o, bu dilden anlamaz pek.
O, "Hey gidi kambur felek,
hey gidi kahbe devran hey,"
der.
Ve teker teker,
bir an içinde,
omuzlarında dilim dilim kırbaç izleri,
yüzleri kan içinde
geçer çıplak ayaklarıyla yüreğime basarak
geçer Aydın ellerinden Karaburun mağlupları..*
Nâzım Hikmet bu sözlerine şöyle bir not düşmek gereğini duymuştu :
(*) Şimdi ben bu satırları yazarken, "Vay, kafasıyla yüreğini ayırıyor; vay, tarihsel, sosyal, ekonomik şartları kafam kabul eder amma, yüreğim yine yanar, diyor. Vay, vay, Marksiste bakın..." gibi laflar edecek olan bazı "sol" geçinen delikanlıları düşünüyorum. Tıpkı yazımın ta başında tarihi kelâm müderrisini düşünüp kahkahasını duyduğum gibi.
Ve şimdi eğer böyle bir istidrad [açıklama] yapıyorsam bu o çeşit delikanlılar için değil, Marksizmi yeni okumaya başlamış, sol züppeliğinden uzak olanlar içindir.
Bir doktorun verem bir çocuğu olsa, doktor, çocuğunun öleceğini bilse, bunu fizyolojik, biyolojik, bilmemne-lojik bir zaruret olarak kabul etse ve çocuk ölse, bu ölümün zaruretini çok iyi bilen doktor, çocuğunun arkasından bir damlacık gözyaşı dökmez mi?
Paris Komunasının devrileceğini, bu devrilişin bütün tarihi, sosyal, ekonomik şartlarını önceden bilen Marksın yüreğinden Komunanın büyük ölüleri "bir ıstırap şarkısı" gibi geçmemişler midir? Ve Komuna öldü, yaşasın komuna! diye bağıranların sesinde bir damla olsun acılık yok muydu?
Marksist, bir "makina-adam", bir ROBOTA değil, etiyle, kanıyla, sinir ve kafası ve yüreğiyle tarihi, sosyal, konkre bir insandır.
Bu nottaki kaygılanıştan anlaşılacağı gibi, Nâzım Hikmet'e soldan gelen saldırılar onu bayağı üzüyordu. Partili komünistler de, kimi alttan alta, kimi açıktan açığa, onunla uğraşıyorlardı.
Komintern'e bağlı yasadışı Türkiye Komünist Partisi'nden "anti-Stalinist" nitelemesiyle "ihraç" edilmişti. Çeşitli nedenlerle kendisi gibi örgütsüz kalmış arkadaşlarıyla kurmayı denedikleri ikinci bir yasadışı partiye de Komintern kucak açmamıştı. Zaten çok geçmeden bu parti kovuşturmalar, tutuklamalar, mahkûmiyetlerle kendiliğinden dağılmıştı. Hikmet Kıvılcımlı ile yandaşları ise Nâzım Hikmet'e düşman gibiydiler.
Kısacası, o artık örgütsüz bir komünistti.
Bir yazar, bir şair olarak, Babiâli'de, çevresindeki Naci Sadullah, Suat Derviş, Mahmut Yesari, Nizamettin Nazif, Sabiha Sertel gibi ileri düşünceli gazetecilerle arkadaşlık ederek, faşizme, nazizme, kendilerini "milliyetçi" diye tanımlayan ırkçılara, turancılara karşı, hiçbir örgütten destek almadan, savaşım veriyordu.
Bu durumdan pek hoşlanmayan partili yoldaşlar, sürekli onun bir açık vermesini bekliyor, her davranışını olumsuz yorumlamak için kendilerini bayağı zorluyorlardı.
Örnekse Piraye'nin teyzesinin kocası Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu'nun "Yeni Adam" dergisinde, 1936 yılı temmuzunda, "Kısa tetkik ve tenkitler" başlıklı ona buna takılma sütunlarında şöyle bir alaycı haber yer almıştı :
"Bir gün Dr. Fuat Sabit, Kerim Sadi'ye : Nâzım Hikmet Beyoğlu'nda bir apartman yaptırmış kapıları elektrikle açılıyor, dedi. Kerim Sadi bir an düşündükten sonra şu cevabı verdi : Nâzım'ın apartmanındaki kapılar bir şey mi, sen gel de benim Kuzguncuk'ta sekiz liraya tuttuğum yalıyı gör, kapılar rüzgârdan kendiliğinden açılıyor."
"Yeni Adam" anti-faşist bir dergi oluşuyla o günlerde ilericilerin en etkili dergisiydi. Çevresinde solun güçlü yazarları, ressamları, bu arada doğal olarak derginin işlerini yüklenen partili gençler vardı. Kim bilir kim yazmıştı bu aşağılayıcı takılmayı.
Nâzım için solcuların daha önce de yaptıkları, "O artık burjuva oldu!" dedikodusu, Cihangir'de kaloriferli bir apartman dairesine taşınmasıyla büsbütün alevlenmiş, "Yeni Adam"a da işte böyle yansımıştı.
Nâzım Hikmet soldan kendisine sataşanları, bu notunda, "sol geçinen delikanlılar" ya da "sol züppeliği" gibi nitelemelerle anıyor. Ayrıca, açıklamasının onlar için olmadığını da özellikle belirtiyor. Demek ki onlarla tartışmak, onlara bir şey anlatmak olanaksız. Böylesine umutsuz karşısındaki Marx'çılardan.
^ Yukarı |