Yaşam Öyküsü
Sanatsal Gelişmesinin Özeti
Davaları
Tartışmaları
         


Tartışmaları

  • Peyami Safa Kavgası
  • Kemal Ahmet Olayı
  • Burjuva Oldu Suçlamasına Karşı
  • "Sol" Geçinen Delikanlılara Karşı
  • Milliyetçi Suçlamasına Karşı

    Başlangıçta Nâzım Hikmet için olumlu konuşan Ahmet Haşim Bey de, eskilerin yanında yer alarak gençleri alaya alan, suçlayan yazılar yazmaya başladı. Bu arada, nedense "işçi şairi" sözüne de takılmak gereğini duymuştu.
    Nâzım Hikmet ona yönelttiği "Cevap No 2" adlı yergisinde bu konuya da değiniyordu :
    İki serseri var :
    Birinci serseri
                   köprü altlarında yatar,
                   sularda yıldızları sayar geceleri..
    İki serseri var :
    İkinci serseri
                    atlas yakalı sarhoş sofralarında
                    Bağdatlı bir dilencinin çaldığı sazdır.
                    Fransız emperyalizminin
                        idare meclisinde ayvazdır...
    Ben :
       Ne köprü altında yatan,
       ne de atlas yakalı sarhoş sofralarında
       saz çalıp Arabistan fıstığı satan-
                                                -ların
                                                 şairiyim;
    topraktan, ateşten ve demirden
                              hayatı yaratan-
                                                  -ların
                                                   şairiyim
                                                      ben.
    İki serseri var :
    İkinci serseri
        yolumun üstünde duruyor
                                  ve soruyor
                                            bana :
                                   "P R O L E T E R
                                                dediğimin
                                   ne biçim kuş
                                                olduğunu?"
    Anlaşılan
        Bağdadî şaklaban
                        unutmuş,
    Mösyö bilmem kimle beraber
    Adana - Mersin hattında o kuşu yolduğunu...
    İki serseri var :
    Birinci serseri
    pencerelerden bir gölge gibi girer
                                      geceleri...
    İki serseri var :
    İkinci serseri
              halkın alınterinden altın yapanlara
              kendi kafatasında hurma rakısı sunar.

    Ben hızımı asırlardan almışım,
    bende her mısra bir yanardağı hatırlatır.
    Ben ne halkın alınterinden on para çalmışım
    ne bir şairin cebinden bir satır...

    İki serseri var :
    İkinci serseri,
    meydana dört topaç gibi saldığım dört eseri
                       sanmış ki yazmışım kendileri
                                                                           için.
    Halbuki benim
                  bir serseriye hitap eden
                                       ikinci yazım işte budur :
    Atlas yakalı sarhoş sofralarının sazı,
    Fransız sermayesinin hacı ayvazı,
    bu yazdığım yazı
    örse balyoz salanların şimşekli yumruğudur
                            katmerli kat kat yağlı ensende..
    Ve sen o kemik yaladığın
                         sofranın altına girsen de,
    -dostun KARA MAÇA BEY gibi -
      kaldırıp kaldırıp yere çaaal-
                                        -mak için
                    canını burnundan aaal-
                                                 -mak için,
                                           bulacağım seni...
    Koca göbeklerin RUSEL kuşağı sen,
    sen uşşak murabbaı,
               sen uşşşak mik'abı,
                         satılmış uşşakların uşşşşağı sen!!!


    "Cevap No 3 / Bir Komik Âdem" ise, Nâzım Hikmet'e, dolayısıyla "Resimli Ay"a karşı saldırının kışkırtıcısı, hem de baş örgütleyicisi durumunda olan, Türk Ocağı Merkez Heyeti Başkanı Hamdullah Suphi Beye yönelikti.
    Yerginin sonuna bir de not eklenmişti :
    "Bu yazının kâfi derecede kuvvetli olmadığını muterifim. Kabahat bende değil. İlham edende."

    Gözleri, kulakları, elleri, ayaklarıyla,
    han, hamam, apartıman ve konaklarıyla,
    çatal, bıçak, tabak ve bardaklarıyla,
    16 sayfaları, baskı makinaları - tanklarıyla,
                     yamak ve yardaklarıyla
                                hücuma kalktılar!..
    Hele içlerinde öyle bir tanesi var,
                            öyle bir tanesi var ki:
    İnsanın yüzüne öyle bakar,
                              öyle melûl bakar ki;
    toka edersin eline hemen papelini.
    Ve sıkar sıkmaz onun belini
    sivri dilli, zilli bir bebek gibi çırpar elini..

    O bir komik âdemdir.
    Portakal Oğlu zâdemdir.

    Han, hamam, apartıman ve konaklarınızla,
    çatal, bıçak, tabak ve bardaklarınızla,
                          yamak ve yardaklarınızla
                                         hücuma kalktınız!
    Hak varsa eğer,
          hücuma kalkmak hakkınız..

    Efendiler,
    ikinizle teker teker
                     paylaştık kozumuzu!
    Şimdi sıra onun,
                 gelsin o!!.
    Gel.
    Sen :
    itlerini öne itip
    karanlıkta yol kesen
                      hatip!!!
    Sen :
    Beşinci Mehmedin saltanatını,
    Halifenin altın nallı kır atını,
    papellerin kat katını
                 ve teneke suratını
                 doldurup torbana
                      sıska sırtında taşıyorsun..
    Torbanı doldurmak için yaşıyorsun.
    Bana gelince,
    ben :
    geniş omuzlarımda dimdik bir kelle taşıyorum.
    Ve yaşıyorum :
                 Kellemin
                        içindeki
                              için..
    Farkındayım niçin :
              Kan
                  fışkırıyor
                          bana bakan
                               "âteş feşan?!"
                                       gözlerinden...

    Ve niçin :
           cümleler ezberlemişin
                 Fehim Paşanın sözlerinden...
    Fehim Paşanın hayrülhalefi,
                    bize sökmez afi...
    Çıkmak istediğim yaldızlı bir merdiven yok.
    Kalbimin elinde ipekli eldiven yok..
    Çıplak bir yumruk gibi kalbimi soymuşum.
    Kellemin
            içindeki
                   için,
                      kellemi koymuşum...
    Sen...
    Hayır...
    Seninle böyle konuşmak istemem...
    Hem,
    ben ki yegâne asaleti
    dişli düşmanla boğuşmakta bulanım,
                    seninle boğuşmak istemem..
    Sen bir komik âdemsin.
    Portakal oğlu zâdemsin.
    Toka ederler papelini,
    sıkarlar senin belini,
    sivri dilli, zilli bir bebek gibi çırparsın elini.
    Sen bir komik âdemsin!.
    Sen...
    Fehim Paşanın hayrülhalefi............
    Bu kadarı kâfi.....

    Bir yandan siyasaya kaydırılmaya çalışılırken, bir yandan da ölçülü uyaklı yürütülen, bu bol sövgülü eski-yeni kavgası, yergi alanında, serbest nazmın değişik bir uygulaması olup çıkmıştı. Aynı anlayışı daha sonra, özellikle Nâzım Hikmet'e karşı, Peyami Sefa Bey, Behçet Kemal Bey (Çağlar), Abdülbâki Bey de (Gölpınarlı) kullandılar.

    Peyami Sefa Bey gençlerin kavgayı kazandığı görüşündeydi :
    "Gösterdiğimiz delillere ve vesikalara cevap vermeleri için icab eden müddet geçti. Susuyorlar. Yalnız kulaklarımızda, kervanımız ilerledikçe akisleri azalan bir yaygaranın hafif uğultusu kaldı. Delillerimizin hiçbirinin aksini ispat edemedikleri için bu yaygarayı sükût addediyoruz."

    Kadro'culara Karşı

    Gece Gelen Telgraf'ta Nâzım Hikmet'in komünizmden dönmüş eski dostlarıyla ilgili iki yergi vardı.
    "Cevap Numara Dört" adlısı, herhalde başta Şevket Süreyya Bey olmak üzere, "Kadro"culara karşı yazılmıştı.
    Üstüne bir not ekliydi : "Bu yazı gizli bir din halinde bir nevi Neo-faşist bir ideoloji yaptıkları halde, bunu ikrardan sakınanlara aittir. Böyle bir halt karıştırmıyoruz, diyenler üzerlerine alınmıyabilirler."

            Onlar istiyorlar ki
    çift ağızlı baltalarıyla
    yuvarlansın kafalarımız önüne yarın -
    o kara gömlekleri beyaz kordonlu
                                golf pantolonlu
                                              kadroların..
    KARDEŞLER!
    Onlara sokakta rastlarsanız eğer
    ölümü görmüş gibi çevirin başınızı.
    Kirpiksiz sarı gözler gözünüze bakarken
    arkadan sırtınıza bir
                          bıçak girebilir....

    Onlar istiyorlar ki
    kara toprağın kalbi durana kadar
    biz pazarda kelepir bir mal gibi satalım
    kafamızın ışığını, gücünü kolumuzun..
    Kadınlarımızı karşılarında oynatalım.
    Ve dumanlanmağa başlayınca
                                  gözümüzün bakışı
    yavaşlayınca
          damarlarımızda kanın akışı
    karaya vurmuş balıklar gibi
                          köprü altlarında yatalım..

    KARDEŞLER!
    Onlara elleriniz dokunmuşsa eğer
    yedi tas su dökün ellerinize.
    Yırtarak bayramlık gömleğimi ben
    peşkir yaparım size...

    Biz
    ayrı dillerde aynı şarkıyı okuyanlar,
    Biz
    aynı yastıkta yatar gibi
        toprağa başlarını yan yana koyanlar,
    Biz
    yüzümüzün derisi koyu açık yanmış diye,
    saçlarımız ayrı ayrı boyanmış diye
    barsaklarımızı birbirimizin avucuna dökerek
    birbirimizin gırtlağını dişimizle sökerek
                                          gebereceğiz...
    Ve kadrolar
             parlatarak
    kara gömleklerinin beyaz kordonlarını
    gömecekler kadife koltuklara
                             golf pantolonlarını...

    KARDEŞLER!
    Onların adına benziyorsa adınız eğer
    adınızı değiştirin.
    Vebanın girdiği kapıdan girin
    onların evine atmayın ayak....

    Onlar istiyorlar ki
    çift ağızlı baltalarıyla
    yuvarlansın kafalarımız önüne yarın -
    o kara gömlekleri beyaz kordonlu
                                golf pantolonlu
                                             kadroların.......


    Vâlâ Nureddin Vâ-Nû'ya karşı

    Gece Gelen Telgraf'taki "Sen" adlı yergi ise gençlik günlerinin unutulmaz arkadaşı Vâlâ Nureddin'e karşı yazılmıştı : 

            En güzel günlerimin
                   üç mel'un adamı var :
    Ben sokakta rastlasam bile tanımayım diye
    en güzel günlerimin bu üç mel'un adamını
    yer yer tırnaklarımla kazıdım
                              hatıralarımın camını..

    En güzel günlerimin
                   üç mel'un adamı var :
    Biri sensin
              biri o,
                 biri ötekisi..
    Düşmanımdır ikisi..
    Sana gelince...
    Yazıyorsun..
    Okuyorum..
    Kanlı bıçaklı düşmanım bile olsa
    insanın
        bu rütbe alçalabilmesinden korkuyorum..

    Ne yazık!..
    Ne kadar
            beraber geçmiş günlerimiz var;
    senin
           ve benim
               en güzel günlerimiz..
    Kalbimin kanıyla götüreceğim
                                ebediyete
                                     ben o günleri..
    Sana gelince, sen o günleri -
    kendi oğluyla yatan,
    kızlarının körpe etini satan
                  bir ana gibi satıyorsun!.
    Satıyorsun :
    günde on kâat,
    bir çift rugan pabuç,
               sıcak bir döşek
                          ve üç yüz papellik rahat için....

    En güzel günlerimin
                   üç mel'un adamı var :
    Biri sensin,
            biri o,
               biri ötekisi...
    Kanlı bıçaklı düşmanımdır ikisi...
    Sana gelince...

    Ne ben Sezarım,
    ne de sen Brütüssün...
    Ne ben sana kızarım
    ne de zatın zahmet edip bana küssün..
    Artık seninle biz,
               düşman bile değiliz..


    Böylece kendisine kömünist arkadaşlarından uzaklaşması için baskı yapan, egemen kadrolardan gelen birtakım önerilere aracılık eden Vâlâ Nureddin'le arkadaşlığına kesinlikle son veriyordu. Öbürleriyle kanlı bıçaklı düşmandılar, ama onunla artık düşman bile değildi.

    ^ Yukarı