NÂZIM’IN KİTAP OKUYUŞU
Nâzım her kitabı baştan sona okumazdı.
Önce kitapla bir tanışma dönemi geçirirdi adeta.
Karıştırır, orasından burasından okur,
beğenmezse bir yana bırakırdı.
Annem onun eline aldığı kitabın
başından, sonundan, ortasından birer bölümünü okuduğunu,
beğenirse baştan başladığını söylerdi. “Sonunu
bildiği kitabı nasıl okur insan!” diye de
şaşardı.
Ama Nâzım öyle okuyordu. Kitabı beğendi mi
sanki daha önce orasını burasını
karıştırmamış gibi baştan sona okuyordu.
Hoşuna giden yerleri anneme de okurdu. Beğenmekte uyuşamazlarsa
biraz çekişirlerdi. Düşüncenin ağır bastığı
konularda annem Nâzım’a pek karşı çıkmaz, bir
öğretmene öğrencisinin davrandığı gibi
davranırdı, ama beğeniye, özellikle de duygulara yönelik
konularda, tartışmalar hep annemin duyarlığına,
sezgisine övgülerle son bulurdu.
Nâzım,
“Canım karıcığım, bir şiiri,
bir romanı hiç kimse senin gibi anlayıp değerlendiremez,” diye
onu göklere çıkarırdı.
Bu işi benim pek aklım almazdı.
Karısına yağcılık ediyor gibi gelirdi. Örnekse
okudukları bir romanı annemin Nâzım’dan daha iyi
değerlendirebileceğine inanamazdım.
Gene de içime bir kuşku düşerdi. Çünkü bir gün bir
yerde söylenip geçilen bir söz değildi bu. Hep yinelenirdi.
Şiir, öykü yazmaya başladığımda,
yazdığım her şeyi
mutlaka anneme göstermem için bana da bayağı baskı
yapmıştı.
Nâzım annemin okuduğu kitaplarla ilgili
mektuplarından esinlenerek şiirler de yazardı. Örnekse “Don
Kişot” şiiri öyledir.
Nâzım kitap okurken eli hiç durmazdı.
Kitapların kapaklarına, kapak içlerine, boş sayfalara,
kurşunkalemle çizimler yapardı. Bu herhalde bir tür düşünme
yoluydu. Bana öyle gelirdi. Dalardı o çizimleri yaparken.