EL İŞLERİ

   El İşleri
   Defterler
   "Bu Gün Pazar" Şiiri





















EL İŞLERİ

     Nâzım, Piraye’ye yazdığı bir şiirinde şöyle der :

     Ne güzel şey hatırlamak seni.
     Sana tahtadan bir şeyler oymalıyım yine :
       bir çekmece
                  bir yüzük,
     ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım.

     Uzakta kaldığı sevdiklerine, onları düşünerek el işleri yapmak, salt şiirsel bir söz değil, gerçek bir olaydı Nâzım için.
     Piraye’ye gönderdiği kendi elinden çıkma armağanlar pek çoktu.
     Ben onun dokuduğu kumaştan annemin diktiği beyaz bir pantolonu birkaç yaz giymiştim.
     Suzan için ceviz ağacından oyduğu pudralığın ise, üstüne bir atlı deseni çizdiği aynasını da kendi dökmüştü.
     Cezaevlerinde bir yolunu bulup işliklere sokulur, ustalarla dostluk kurar, önce onlara çırak olup işi kavrar, geleneklerini, olanaklarını öğrenir, sonra yenilikler düşünmeye, öneriler getirmeye başlardı.
     Oymalarında çeşitli ağaçlar kullanıyor, ama sanırım en çok ceviz ağacını seviyordu.
     Bir gün, bakıyordunuz, kıl testere kullanarak bir tepsi yapmış, bir gün, bakıyordunuz, bir yontucu gibi keskilerle çalışarak bir kutu ya da bir yüzük oymuş.









     Bir ampulün içini çıkarıp çevresini boncukla kaplıyor, düz yerde dikine durabilmesi için gene boncuktan yuvarlak bir taban işliyor, üstüne de cevizden bir kapak konduruyordu.      Boncukla yaptığı saatlikler bayağı usta işiydi.







NÂZIM’IN SAATİ

     Nâzım’ın “Bir Cezaevinde, Tecritteki Adamın Mektupları” adlı ünlü şiiri şöyle başlar :

     Senin adını
     Kol saatımın kayışına tırnağımla kazıdım.
     Malum ya, bulunduğum yerde
     ne sapı sedefli bir çakı var,
     (bizlere âlât-ı katıa verilmez),
               ne de başı bulutlarda bir çınar.
     Belki avluda bir ağaç bulunur ama
     gökyüzünü başımın üstünde görmek
                                                          bana yasak...
     Burası benden başka kaç insanın evidir?
     Bilmiyorum.
     Ben bir başıma onlardan uzağım,
     hep birlikte onlar benden uzak.
     Gene Nâzım’ın Ankara Merkez Komutanlığı
Cezaevi’nden, 24 Mayıs 1938’de Piraye’ye yazdığı
     mektubun ilk sözleri de şöyledir :
     “Karıcığım,
     “Kol saatım bozuldu. Ben de mekanizmayı çıkardım ve
çerçevenin içine sizin resimlerinizi koydum. Şimdi saate
bakmıyorum, çünkü saat mefhumunu zaten yavaş yavaş
kaybetmekteyim, saate bakmıyorum, bileğimde senin
mini mini başına bakıyorum.”

     Yukarda gördüğünüz bu çileli saatin kayışında
Nâzım’ın tırnağıyla kazıdığı “Piraye” adı belli belirsiz
okunuyor. İçine ise Memet ile Piraye’nin birlikte çekilmiş
bir fotoğrafları konmuş, ikisinin arasına da Suzan’ın başka
bir fotoğraftan kesilmiş başı yerleştirilmiş.